"Bizim Dönemimizdeki Esnaflık Kültürüne Sahip Kimse Kalmadı"

"Bizim Dönemimizdeki Esnaflık Kültürüne Sahip Kimse Kalmadı"

1942 yılında Kayseri’de doğdum ve ilk gençlik yıllarımı orada geçirdim. Babam manifaturacıydı ve bütün ailem ticaretle uğraşıyordu. Ticaretin merkezi sayılan Kayseri’de doğmuş çoğu kişi gibi ben de ticarete ilgiliydim ve ilkokulu bitirdikten sonra ticaret yapmaya başladım ve 16-17 yaşıma kadar pazarlarda gömlek, kazak gibi tuhafiye eşyaları sattım. 17 yaşında, Yeşildirek’teki Gürün Han’da gömlek işi yapan amcamın yanına geldim. Amcam gömlek yapıp satıyordu. Ben de onun yanında bir süre gömlek yaptım, gömlek işinden vakit buldukça pazarlarda satış yapıyordum. Tahtakale’de gömlek, Florya’da mayo satardım. Amcam askere gidene kadar bu şekilde çalıştıktan sonra Kayseri’ye dönüp bir pamuk dükkanı açtım. Daha sonra yine amcamın teklifiyle Yeşildirek’te bir dükkan açmaya karar vererek tekrardan İstanbul’a geldim. 1965 yılında Yeşildirek’te bir dükkan alarak gömlek yapmaya başladım. Sadece iki makine ile bir sene boyunca gömlek yaptıktan sonra işlerin de iyi gitmesiyle değişim yapmak istedim ve gömlek yerine iç giyim ürünleri üretmeye karar verdim. İç giyim sektörüne girişim bu şekilde oldu.

“Yaptığım işin her aşamasına hakim olabilmek için çok çaba gösterdim”

İç giyim işi yapmaya karar vermiştim ama hiç bilmediğim bir alandı. Kalıp, üretim, modelleme ve diğer tüm süreçlere hakim olmak gerekiyordu. Ben de en iyisini yapabilmek ve işin her kısmına hakim olabilmek için çok çabaladım. Sütyen üretmeye karar verdim ama kalıp olmadığı için başlangıcı biraz değişik oldu. Bir sütyen aldım, aldığım sütyeni bozdum ve sütyenden bir kalıp çıkardım. Sonra o kalıpları 75 bedenden 95 bedene kadar serileştirdim. Kumaşları seçip modellemelerini de yaptım ve böylece üretime başladık. O zaman işleri ilerletmeye başlamıştım ve Emekli Han’da yeni bir dükkana geçtim. Gömlek işinde kullandığım makinelerimi satmıştım çünkü o dönem ürünleri daha farklı bir yöntemle üretiyorduk. O yıllarda, evinde makinesi olanlar vardı ve kadınlar evden çalışıyorlardı. Malları dikim için evlere yollardık, onlar da haftanın bir günü hazır olan ürünleri getirir, dikecekleri yeni malları alırlardı ve işler böyle yürürdü. Önceleri ürettiğimiz ürünleri kombinezon çamaşır satan dükkanlara veriyordum fakat kendim dükkan açtıktan sonra daha çok Anadolu’ya ürün göndermeye başladım. Anadolu’da ilk gittiğim yer İzmir oldu ve orada iyi bir piyasa bulduktan sonra işi büyüterek markalaşma yoluna girdim.

Bizim yaşımızdaki kişilerin işi bırakmasını doğru bulmuyorum. İşi ne olursa olsun bırakmadan, geriden de olsa yönetmeli ve çalışanların başında durmalı. Zaten büyükler başında durduğu takdirde o firma kalıcı olur.

İşler iyiye gitmeye başlayıp, firma büyüyünce de handaki dükkan artık küçük gelmeye başladı. 1985 yılında Zeytinburnu’nda bir arsa aldım ve oraya bir fabrika yaptım. Atölyeler büyümeye başladıktan sonra ürettiğimiz malları bütün Anadolu’ya satmaya başladık. İzmir, Adana, Ankara, Gaziantep, Diyarbakır gibi büyükşehirlerde önemli alıcılarımız vardı. İç giyim ürünlerinden sadece sütyen yapıyorduk. Bir ara külot yapmaya da başlamıştık fakat külot işini tutturamayınca sütyende ilerlemeye karar verdik. Tek bir alana yoğunlaştığımız için model ve tasarım anlamında çok ilerlemiştik. Anadolu’ya yaptığımız ihracatın yanında yaklaşık altı ay Fransa’ya da ihracat yaptık ama yurt dışı bağlantılarımız çok kısa sürdü. 2012 yılında işleri bırakmaya karar verince fabrikayı kiraya verdim. Ben yalnız kaldığım için bıraktım çünkü bu işler yalnız başına yürüyemiyor ama ortaklık da sıkıntı yaratabiliyor. Ortaklar, birbirine destek olmalı fakat bizim kültürümüzde ortaklık çok zorlanılan bir konu. Ortak olan aileler, çok içli dışlı olduğunda işler karışabiliyor. Örneğin Yahudilerdeki ortaklık anlayışı bizdeki gibi değil; onlarda ortak olan aileler çok samimi olmazlar böylece işleri daha sistemli ilerler. Aslında bizim yaşımızdaki kişilerin işi bırakmasını doğru bulmuyorum. İşi ne olursa olsun bırakmadan, geriden de olsa yönetmeli ve çalışanlarının başında durmalı. Zaten büyükler başında durduğu takdirde o firma kalıcı olur.

“2000 yılından sonra eski esnaflık kültürü tamamen kayboldu”

Bizim zamanımızda iç giyim üretimi yapan firma sayısı çok yoktu. Çok az kişi bu işle ilgilendiği için de yaptığımız ürünler iyi de olsa kötü de olsa hepsini satabiliyorduk. O zaman da rekabet vardı, sıkıntılar da yaşıyorduk ama bu rekabet günümüzdeki ile kıyaslanamazdı. Bir de o dönem, çok farklı bir müşteri ve esnaf ilişkisine sahipti. Esnafın bir saygınlığı vardı. Parayı sormadan mal verdiğimiz, sözün senet olarak geçtiği yıllardı ve müşteri bize söz verdiği tarihte parayı yollardı. Halk o zaman haramdan korkardı, kimse kimsenin hakkını yemezdi. Ancak şimdi dönüp baktığımda bizim dönemimizdeki esnaflık kültürüne sahip kimse kalmadı. Yine güzel esnaflar var ama şu an Yeşildirek’te bahsettiğim kültüre sahip esnaf sayısı bir elin beş parmağını geçmez. Tabi dönem değişti, müşteri ve esnaf arasındaki eski güven anlayışı kalmadı. Devletin yaptığı yanlış sistemler, ticarette bu güvensiz ortamı yarattı ve özellikle 2000 yılından sonra eski esnaflık kültürü tamamen kayboldu.

“Sabretmeleri ve her daim işlerin başında olmaları gerekiyor”

Benim yeni nesle en büyük tavsiyem, yapacakları işi tam yapsınlar. Ucuz kumaş alıp, kalıplardan kısarak kâr etmeye çalışanlar bir yere varamazlar. İşini düzgün ve temiz yaptıktan sonra ürettiğin mal her hâlükârda satılır. Bir de sabretmeleri ve her daim işlerin başında olmaları gerekiyor. Kumaştan, kalıp çıkarmaktan, tasarımdan anlamalılar. Yaptıkları işin her aşamasını bilmeliler, bizler öyle yetiştik. Ben kalıp da çıkarırdım, makinenin başına da geçerdim. Sabah dükkanını eliyle açıp, akşam eliyle kapatmalı. Bu işe yeni giren birisi ilk iki sene para kazanmamalı. Yani kâr etmeye çalışmak yerine önce masraflarını çıkarması gerekiyor. Birkaç sene sonra marka tanınmaya başlayınca istediği fiyatları vererek kâr etmeye başlayabilir.

İç giyim sektörünün yeni yayın mecrası TİGSAD VİZYON'un ikinici sayısı çıktı.