Sektörün En Büyük Gücü GDO'suz Pamuk

Sektörün En Büyük Gücü GDO'suz Pamuk

Hamaratlı Tekstil Yönetim Kurulu Başkanı ve İstanbul Sanayi Odası Yönetim Kurulu Üyesi İrfan Özhamaratlı, hazır giyim sektörünün, istihdam ve döviz kazandırma noktasında son 30 yıldır Türkiye’nin lokomotif gücü olduğunu ifade ediyor. Üretim, tasarım, katma değer ve markalaşma anlamında Türkiye’nin çok önemli mesafeler kat ettiğini ve global pazarda başarılı bir yerde bulunduğunu dile getiren Özhamaratlı, Türkiye’nin en büyük şansının GDO'suz pamuk olduğunu söylüyor. Dünyada her geçen gün daha fazla dillendirilen geri dönüşüm ve sürdürülebilirlik noktasında da organik pamuğun büyük bir öneme sahip olduğunu belirten Özhamaratlı, Türkiye’nin buradan ilerlemesi gerektiğini vurguluyor.

Hamaratlı Tekstil'in kuruluş hikayesini dinleyebilir miyiz?

Aslında elektronik mühendisliğinden mezun oldum ama rahmetli babamın terzi olması, tekstile karşı hep bir ilgimin olmasını sağladı. Babam, Vehbi Koç, İsmet İnönü gibi isimlere kıyafetler yapan bugünün deyimiyle “modacı” kimliğinde bir terziydi. Kardeşimle ben de öğrenciliğimizden arta kalan zamanlarda babama konfeksiyon işinde yardım ederdik; anlayacağınız pamuk tozuyla büyüdük.

O zamanlarda lisan bilmenin önemi, bilen sayısının azlığından, çok önemliydi. Almanca ve İngilizce bilen biri olarak, kendi işimde başarılı bir işletmeci olabilirdim ama bunun yerine senelerdir içinde olduğum tekstil sektöründe iş yapmayı tercih ettim ve yabancı dil bilmenin desteği ile daha üniversiteden mezun olmadan ihracata yönelik çalışmalara başladık. İlk olarak İtalya, ardından Doğu Bloku ülkeleri ve Afrika ülkelerine iç giyim ihracatı yaptık. Küçük bir koli ile başlayan ihracat sürecimiz, kilo ve tonlara dönüştü. Derken konteynırlarla Nijerya, Togo ve Gana gibi ülkelere ihracat yapmaya başladık. 1990’ların sonuna doğru, sağlıksız bir ortam oluştu çünkü kota bedelleri ciddi rakamlara ulaşmıştı. Bu sebeple ABD ile ticaretimiz devam edemedi. Biz de yönümüzü Avrupa’ya çevirdik ve önde gelen süper market zincirlerine özellikle iç giyimde çok büyük miktarlı sevkiyatlar yaptık. Sonrasında, örme dış giyime de yöneldik ve şu an ikisini bir arada götürüyoruz. O dönem üretim kapasitesi çok fazla değildi ve üretim gerçekten değerliydi. Genel olarak Türkiye’de ve dünyada durum o dönem böyleydi. Ürettiğinizi çok hızlı şekilde satma şansınız vardı çünkü talep, arzdan daha fazlaydı. Laleli piyasası da o dönemde oluştu. O bölgelere ciddi şekilde mal verdik. Üretimin bir kıymeti vardı, çıkan ürün aynı gün dağıtılıp paylaştırılıyordu ve elde hiçbir şey kalmıyordu. Şimdi geldiğimiz noktada ise arz talebin üstünde. Öyle olunca da “değer” geri plana itildi; sonuçta, ürettiğinizi satmak için çaba harcamanız gerekiyor ancak yine de hak ettiğinizi bulamayabiliyorsunuz.

Sadece fason olarak mı üretim yapıyorsunuz? Kendi marka/larınız var mı?

Ağırlıklı olarak Avrupa’nın önemli markalarına üretim yapıyoruz. Ancak Rusya’da kendi markamız Lisa Crown ile de yer alıyoruz. Kendi markamız için de üretimi Türkiye’de yapıyoruz. Bir de çocuklarımın kurduğu West Mark isimli bir İngiliz markası bulunuyor. Üretimini biz gerçekleştiriyoruz. Şirketin İngiltere dışında Almanya’da da birimi var. 20 yılın sonunda geldiğimiz noktada, yıllık 10 milyon adet üretim yapıyoruz. Gerçekleştirdiğimiz üretimin tamamını ihraç ediyoruz. İstanbul’daki üç birimimizde ve fabrikamızda toplamda 550 kişiye istihdam sağlayan büyük bir yapıya sahibiz. Ağırlıklı pazarımızı Avrupa, özellikle de Rusya oluşturuyor. Diğer yandan internet mağazacılığı sayesinde dünyanın pek çok noktasına satış yapabiliyoruz.

Sektöre girdiğiniz günden bu yana sektör nasıl değişti sizce?

Gelinen noktada Türk tekstili, 80 ve 90’lı yıllardan beri büyük aşama kaydetti. Babamla çalıştığım 80’li yıllarda makine ithalatı dahi yasaktı. Dışarıdan kullanılmış makineler geliyordu; o da oradaki Türk işçilerin desteğiyle. Geçtiğimiz 30 yıl içinde Türkiye ekonomisinde iç giyimin de içinde olduğu hazır giyim sektörü lokomotif görevi gördü; gerek istihdam noktasında gerekse döviz kazandırma noktasında. Her ne kadar birinciliği bugün otomotive kaptırmış olsak da işe katma değer ve döviz noktasından bakıldığında hazır giyim, tekstille birlikte her zaman bir numara. Şartlara uyum sağladığımız ve kendimizi yenilediğimiz sürece böyle olmaya devam edecektir. Geçen bu süre içinde sektörümüz katma değerin ve özellikle de tasarımın önemini fark etti. Tasarım tarafını yükselterek, büyüyoruz. Biz de firma olarak tasarım yönüne ağırlık veriyoruz. Bunun için Taksim'de ayrı bir yapılanma oluşturduk. Bugün geldiğimiz noktada sektörün hedefinde markalaşma var. Bunun bir sonraki aşaması da mağazalaşma. Bunun da olmazsa olmazı tasarım. Güçlü tasarım altyapısı olmadan marka oluşturmak mümkün değil. Hazır giyim sektörü şu ana dek gerek yatırımları gerek yetişmiş personeliyle iyi bir altyapı oluşturdu. Bundan sonra da hedef, moda yapan ülke olmak. Avrupa, moda pazarını domine ediyor olabilir ancak değişen koşullar ve dengeler, kartları yeniden dağıtmaya müsait. Örneğin e-ticaret büyük bir avantajı beraberinde getiriyor. Avrupalı tüketicinin kapısına kadar ulaşabilecek durumdayız. Kendimizi oralara tanıtır ve doğru kararlar alırsak, çok daha uygun şekilde ürünlerimizi buluşturma imkanı sağlarız.

E-mağazalaşma ve e-ticaret ile ilgili sektör yeteri kadar yol alabildi mi sizce?

Yapılan araştırma ve analizler neticesinde ortaya çıkan sonuç, online satışların perakendenin yerini alacağı yönünde. Ben de buna kesinlikle katılıyorum. İnsanların artık zamanı yok. Bu da doğal olarak alışverişin şeklini değiştiriyor. İnsanlar artık telefon ve bilgisayarlarından çok hızlı ve sorunsuz şekilde

Geçtiğimiz 30 yıl içinde Türkiye ekonomisinde iç giyimin de içinde olduğu hazır giyim sektörü lokomotif görevi gördü; gerek istihdam gerekse döviz kazandırma noktasında.

ürün alabiliyor. Diğer yandan iade konusunda sağlanan büyük kolaylıklar, e-alışverişin popülaritesini ve dolayısıyla payını artırıyor. Genel olarak e-ticaret, Türkiye için yeni bir alışveriş alışkanlığı ancak çok hızlı öğreniyoruz. Türkiye hazır giyim sektörünün e-ticarette çok yüksek bir payı bulunuyor ki, rakamlar da bunu doğruluyor. Hazır giyim sektörü, ilerleyen dönemlerde bu alandaki payını daha da artıracaktır çünkü sektör, dijital dönüşüme büyük hız vermeye başladı. Diğer yandan e-ticaretin artması mağaza verimliliği, ihracatın artması ve güncel kalabilmek için de önem arz ediyor. Bir diğer hassas nokta ise rekabet. Markalar ve firmalar, e-ticareti ve dijitalizasyonu ne kadar aktif kullanırsa o kadar rekabetçi olur ve rekabetin içinde kalır.

Türkiye hazır giyim ve iç giyim sektörü, dışarı çok açık, çok fazla yabancı markanın konumlandığı bir pazar. Bu durum sektördeki rekabeti nasıl etkiliyor?

Türk hazır giyiminde ciddi bir tecrübe, altyapı ve kapasite var ve bunlar büyük bir avantaj. Bunlara ek olarak dikkat edilmesi gereken bir konu da üretimde güvenilirlik. Bu, iç giyim ve örme giyim gibi tene değen ürünlerde çok daha önemli. Avrupa’da Türk malı denilince akla son derece güvenilir ürünler geliyor. Bunlar, talep doğrultusunda Türk tekstil ve hazır giyimcisi için çok önemli avantajlar. Avrupa’ya hem kültür hem de coğrafi olarak yakın olmamız da birçok avantajı beraberinde getiriyor; ihracat, markalaşma, hızlı teslimat vs. İç giyim sektörü de son zamanlarda belki Avrupa’da değil ama özellikle komşu ülkelerde markalaşma sürecine girdi. Sektörün tanıtımı ve yurt dışındaki payını artırması için de çalışmalarımız devam ediyor. Bu konuda LINEXPO Fuarımız büyük bir önem taşıyor. Potansiyel alıcılarla sektörü bir araya getiriyoruz, sektörün potansiyelini, ürün çeşitliliğini ve katma değerini anlatıyoruz. Bunun yanında dışarda İHKİB, İstanbul Sanayi Odası ve İstanbul Ticaret Odası iş birliğiyle yurt dışı heyet gezileri düzenliyor, B2B görüşmeler yapıyoruz. İç giyim sektörü olarak kendi pazarımızda rekabette avantajlıyız. Globalde ise tanıtım çalışmaları, tasarım gücümüz ve katma değerli ürünümüz ile daha fazla yer almaya çalışacağız. Buradaki en önemli güçlerimizden biri de kaliteli ve organik pamuğumuz.

Pamuğun, sektörün rekabet gücü noktasında durduğu yer neresi?

Hazır giyim ve tekstil sektörünün dünya pazarlarında rekabet gücü en yüksek sektörlerden birisi olmasının özünde pamuk yatıyor. Biz, pamuk üretiminde dünyada yedinci konumdayız. Aslında bizim daha iyi pazarlamamız gereken bir özelliğimiz daha var o da Türkiye’de üretilen bütün pamuklar GDO’suz. Dünyada bu şekilde pamuk üreten ülkeler; İspanya, Yunanistan ve Türkiye. Şimdilerde ülkeler yavaş yavaş GDO’dan uzaklaşmaya çalışıyor ama en büyük kapasite Türkiye’de. Diğer yandan maalesef, yurt dışından gelen pamuklarda GDO şartı aranmadığı için içerde birbirine karışıyorlar. Pamuğun kalitesini geliştirme ve üretimini koruma gibi konularda daha fazla çalışma yapmamız gerekiyor. Şu anda Turkish Cotton adında GDO’suz bir marka oluşturulmaya da çalışılıyor. Hayatımıza giren bir sürdürülebilirlik konusu var. Bu noktada mümkün olduğunca GDO’suz, olabildiğince organik ürünlere yönelme trendi var. Polyester ve benzer kalitedeki ürünlerde de geri dönüşümlü ürünlerin kullanılması gündemde. Avrupalı firmalar da kendilerine bir hedef koydular. Biz de Hamaratlı Tekstil olarak, iki yıl içerisinde ürünlerimizin yüzde 25’ini, beş yıl içerisinde yüzde 50’sini sürdürülebilir hale getireceğiz. 10 yıl içerisinde ise bütün ürün gamımız olduğu gibi sürdürülebilir olacak.

Diğer yandan inovasyon ve Ar-Ge de hazır giyim ile aynı anda anılır oldu. Türkiye’de son yıllarda moda tarafına inovatif ve Ar-Ge

anlamında önemli yatırımlar yapılmaya başlandı; bu konu ile alakalı ne söylersiniz?

İşin inovasyon yönünde açıkçası biraz gerideyiz, yapılan çalışmalar yeterli değil. Geride kalmışlığın temel sebeplerinden biri makineciliğin gelişememiş olması. Tasarımı belirledikten sonra uygun maliyetle ürüne dönüştürme noktasında gerekli makine ve teknik ekipmana tam sahip değiliz. Biz firma olarak, bu konuda işin piri diyebileceğimiz İtalya’dan hizmet alıyoruz. Burada yapılması gereken makine ve tekstil sektörünün birbirine yakın çalışması. İhtiyaçlarımızı ve taleplerimizi çok hızlı şekilde onlara aktarmamız, onların da buna çok hızlı reaksiyon göstermeleri gerekiyor. Böylece istediğimiz inovatif ürünleri ortaya koyabiliriz.

Üretim ayağı ile alakalı neler söylemek istersiniz? İstanbul’un artık üretim tarafından çıkıp tamamıyla inovasyon ve moda merkezi haline dönüşmesi, üretimin ise Anadolu’ya yayılması gerektiğiyle alakalı söylemler var.

Üretimi tamamen İstanbul’da yapmak da tamamen Anadolu’ya kaydırmak da doğru bir fikir değil. Ortası, en mantıklı olanı. Geçtiğimiz aylarda önce iç giyim sektörü ile birlikte İstanbul Sanayi Odası olarak Diyarbakır ve Şanlıurfa’yı ziyaret ettik. Oradaki yatırım ortamlarını inceledik. Orada da bahsettiğim gibi bir ayağımızın hep Anadolu’da olması gerekiyor çünkü iş gücü bulma noktasında sıkıntılar yaşıyoruz. Aynı şekilde Anadolu’da üretim yapan firmaların da bir ayağının İstanbul’da olması önemli. Pazarlama merkezi olarak İstanbul, Aynı zamanda Türkiye’nin modasını şekillendiriyor.

İSO çatısı altında iç giyim ve hazır giyimin ilerlemesine yönelik yaptığınız çalışmalardan bahsedebilir misiniz?

İstanbul Sanayi Odası’nda (İSO) sadece iç giyim için değil, bütün sektörlerimiz için üyelerimizin ihtiyaçlarına, sorunlarına cevap verecek çalışmalar yapıyoruz; çözüm önerileri getiriyoruz. Ülkemizi yönetenlere ulaştırılması gereken talepleri çözüm önerileriyle birlikte ulaştırıyoruz. Eğitim anlamında ciddi çalışmalarımız var ve mesleki eğitime çok önem veriyoruz. Şu anda İSO kapsamında farklı sektörlerde eğitim veren 39 meslek lisemiz var. Ayrıca İSO Akademi kapsamında, şirketlerin üst kademe yöneticilerine ve patronlarına yönelik eğitim çalışmaları yapıyoruz. Pazarlama noktasında da desteklerimiz devam ediyor. Yurt dışı ticari heyet organizasyonları ve üyelerimizin yeni pazarlara açılması için teşvik ve çalışmalarımız bulunuyor.

2019 iç giyim ve hazır giyim sektörü için nasıl geçti? 2020’de sektör için nasıl öngörüleriniz var?

2019’un ilk yarısı sıkıntılı bir süreçti. Finansmana ulaşma sıkıntılıydı, maliyetler çok yüksekti. İkinci yarıda bu durum biraz rahatladı. Genel olarak tüm dünyada her ne kadar büyüme olsa da ihtiyaçlar artsa da ülkeler, üretimi bünyesine çekmeye çalışıyor; iç üretimin artırılmasını destekliyorlar. Bu sebeple de uluslararası ticarette bir gerileme söz konusu. Aslında ticaret savaşları dediğimiz olay da bu. 2020 bana göre 2019’dan daha kolay bir yıl olacak. Yeni pazar arayışında olmalıyız ama mümkün olduğunca da elimizdeki kuvvetli pazarlarımıza önem vermeliyiz. Çünkü halihazırdaki konvansiyonel pazarlarda az bir eforla rakamları yukarı çıkarma imkanımız var. Bu sebeple yeni pazar ararken elimizdeki pazarı kaybetme riskine girmemeliyiz. Yeni yıl ile beraber önümüzde riskler de var. Bunlardan en büyüğü de Brexit çünkü İngiltere, hazır giyim sektörünün Avrupa’da artı verdiği tek pazar. Brexit’in gerçekleşmesiyle Gümrük Birliği’nden kaynaklanan bir dezavantajımız bulunuyor. Çünkü Gümrük Birliği'nin yaptığı STA’larda anlaşmayı mecburen tek taraflı olarak kabul ediyoruz, bu da ihracat noktasında maliyete neden oluyor. İngiltere ile bir STA yapılması -ki yapılacak gibi gözüküyor - Türkiye açısından yüzde 12 vergi anlamına geliyor ancak İngilizlerin Hindistan ve Bangladeş’ten yapacakları ithalatta vergi yok.​​​​​​​

İç giyim sektörünün yeni yayın mecrası TİGSAD VİZYON'un ikinici sayısı çıktı.